Перевод: со всех языков на турецкий

с турецкого на все языки

yerine oturmak

  • 1 click into place

    v. tam yerine oturmak

    English-Turkish dictionary > click into place

  • 2 click into place

    v. tam yerine oturmak

    English-Turkish dictionary > click into place

  • 3 einrasten

    ein|rasten
    vi sein yerine oturmak, birbirine geçmek, kilitlenmek

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > einrasten

  • 4 за

    1) ( на ту сторону) arkasına; ardına; ötesine; dışına ( за пределы)

    поста́вить что-л. за шкаф — dolabın arkasına koymak

    распространи́ться за Ура́л — Uralların ötesine yayılmak

    пое́хать за́ город — şehir dışına gitmek; kıra gitmek

    2) ( по ту сторону) arkasında; ardında; ötesinde; dışında ( за пределами)

    за гора́ми — dağların ardında

    реши́ть вопро́с за закры́тыми дверя́ми — sorunu kapalı kapılar ardında halletmek

    за облака́ми — bulutların ötesinde

    за́ городом — şehir dışında

    3) (около, у) başına; başında

    сиде́ть за столо́м — masa başında oturmak

    сесть за пиани́но — piyano başına oturmak

    4) (до какого-л. временного или пространственного предела) kala; kalırken

    за день до сва́дьбы — düğüne bir gün kala

    за ми́лю до по́рта — limana bir mil kala

    5) ( на расстоянии) ötede; uzakta

    его́ за версту́ ви́дно! — bir fersah uzaktan görülür!

    6) (при указании на лицо, предмет, до которого дотрагиваются)...dan;...a

    взять кого-л. за́ руку — elinden / kolundan tutmak

    держа́ться за пери́ла — parmaklığa tutunmak

    7) (во время чего-л.)...da, sırasında

    за обе́дом — yemekte, yemek sırasında, yemek yerken

    я заста́л их за игро́й в ша́шки — onları dama oynarken buldum

    8) ( в течение)...da, içinde

    за́ год — bir yılda; bir yıl içinde

    да́нные за́ два го́да — iki yılın verileri

    впервы́е за пять лет — beş yıldan beri ilk kez

    за коро́ткое вре́мя — kısa zamanda

    за че́тверть ча́са — çeyrek saatte

    реши́ть зада́чу за мину́ту — problemi bir dakikada çözmek

    9) (вместо кого-л.) yerine; olarak (в качестве кого-л.)

    распиши́сь за него́ — onun yerine sen imzala

    рабо́тать за секретаря́ — katip olarak çalışmak

    есть за трои́х — üç kişinin yediğini yemek

    10) (в возмещение, в обмен)...a, karşılığında; için

    за де́ньги — para karşılığında

    за э́ти де́ньги он рабо́тать не бу́дет — bu paraya çalışmayacak

    надба́вка за сверхуро́чную рабо́ту — fazla mesai zammı

    он не хоте́л рабо́тать за таку́ю зарпла́ту — bu ücretle çalışmak istemiyordu

    покупа́ть нефть за до́ллары — petrolü dolar karşılığı almak

    купи́ть что-л. за рубль — bir rubleye almak

    продава́ть что-л. по рублю́ за килогра́мм — kilosunu bir rubleden satmak

    что / ско́лько он получа́ет за свой труд? — emeği karşılığında / emeğine ne alır?

    11) (ради, в пользу, во имя) için; uğruna; uğrunda

    борьба́ за незави́симость — bağımsızlık için / uğruna savaşım

    стоя́ть / выступа́ть за мир — barıştan yana olmak

    ты за каку́ю кома́нду (боле́ешь)? — hangi takımdansın?, hangi takımı tutuyorsun?

    ты за кого́? — kimden yanasın?

    12) (одно вслед за другим; преследуя) arkasından; ardından

    оди́н за други́м — birbiri arkasından

    идёт ме́сяц за ме́сяцем — aylar birbirini kovalıyor

    он идёт за на́ми — arkamızdan geliyor

    мы пошли́ за ним — ardına düştük

    чита́ть кни́гу за кни́гой — kitap üstüne kitap okumak

    13) (с целью получить, достать что-л.) için;...maya

    он пошёл за хле́бом — ekmek almaya gitti

    обрати́ться к кому-л. за по́мощью — yardım için birine başvurmak

    сходи́ за ребёнком — gidip çocuğu getir

    14) (по причине, вследствие) için,...dan dolayı / ötürü;...dığı için,...dığından (dolayı)

    за недоста́тком вре́мени — vakit dar olduğu için / olduğundan

    за неиме́нием ну́жных материа́лов — gerekli malzeme yokluğu nedeniyle

    уважа́ть кого-л. за хра́брость — cesareti için saymak

    за э́то он досто́ин похвалы́ — bundan dolayı övgüye layıktır

    извини́те меня за гру́бость — kabalığımı affediniz

    наказа́ние за мале́йшее неповинове́ние — en küçük bir itaatsizliğin cezası

    15) (свыше какого-л. предела) aşkın; fazla

    ему́ уже́ за со́рок — kırkını aşkın / geçkin

    (вре́мя) бы́ло за́ полночь — saat geceyarısını geçmişti

    боро́ться за свобо́ду — özgürlük için mücadele vermek

    движе́ние за мир — barış hareketi

    уха́живать за больны́м — hastaya bakmak

    следи́ть за игро́й — oyunu izlemek

    17) ( в тостах)...a; için

    за ва́ше здоро́вье! — sağlığınıza!

    за мир и дру́жбу! — barış ve dostluk için!

    ••

    за по́дписью Ивано́ва — İvanov imzalı

    за но́мером три — üç numaralı

    о́чередь за ва́ми — sıra sizde

    де́ло за деньга́ми — iş paraya kaldı

    проводи́ть вре́мя за чте́нием — vaktini okumakla geçirmek

    закры́ть за собо́й дверь — kapıyı üstüne kapatmak

    об э́том он был оповещён за неде́лю — bu kendisine bir hafta öncesinden duyuruldu

    о́чень рад за Вас — sizin için / hesabınıza çok sevindim

    что он за челове́к? — o, nasıl adamdır?

    что за гла́зки! — bunlar nasıl göz!

    мы прие́дем за ва́ми — sizi gelip alacağız

    кто отве́тствен за э́то? — bundan sorumlu kim?

    де́сять мину́т не счита́лись за опозда́ние — on dakika rötardan sayılmazdı

    быть за́мужем за... — karısı olmak

    Русско-турецкий словарь > за

  • 5 settle

    n. tahta kanape, bank, sıra
    ————————
    v. konmak, tünemek, çökelmek, yerleşmek, çökmek, oturmak, ayak uydurmak, adapte olmak, uyum sağlamak, hafiflemek, yatışmak, durulmak, berraklaşmak, bastırmak, dibe oturmak, karar vermek, karar kılmak, yetinmek, yerleştirmek, yerine getirmek, süzmek, yatıştırmak, belirlemek, kararlaştırmak, anlaşmak, ödemek, bağlamak (nafaka), ömür boyu hak vermek
    * * *
    yerleş
    * * *
    ['setl]
    1) (to place in a position of rest or comfort: I settled myself in the armchair.) yerleşmek
    2) (to come to rest: Dust had settled on the books.) konmak, yerleşmek
    3) (to soothe: I gave him a pill to settle his nerves.) yatıştırmak
    4) (to go and live: Many Scots settled in New Zealand.) gidip yerleşmek
    5) (to reach a decision or agreement: Have you settled with the builders when they are to start work?; The dispute between management and employees is still not settled.) anlaşmaya varmak
    6) (to pay (a bill).) (hesabı) ödemek
    - settler
    - settle down
    - settle in
    - settle on
    - settle up

    English-Turkish dictionary > settle

  • 6 fall

    n. sonbahar, yaprak dökümü, düşme, dökülme, düşüş, döküm, kat, fırfır, yağış, yıkılma, çöküş, inme, ucuzlama, çağlayan, şelâle, yavrulama, tuş, eğim, yamaç
    ————————
    v. düşmek, inmek, dökülmek, yıkılmak, devrilmek, yağmak, ucuzlamak, eğimli olmak, dağılmak, karanlık bastırmak, gece çökmek, tam yerine denk gelmek, oturmak (lâf), hastalanmak, yatağa düşmek, kötü yola düşmek
    * * *
    1. düş (v.) 2. düşüş (n.)
    * * *
    [fo:l] 1. past tense - fell; verb
    1) (to go down from a higher level usually unintentionally: The apple fell from the tree; Her eye fell on an old book.) düşmek
    2) ((often with over) to go down to the ground etc from an upright position, usually by accident: She fell (over).) düşmek
    3) (to become lower or less: The temperature is falling.) düşmek
    4) (to happen or occur: Easter falls early this year.) olmak
    5) (to enter a certain state or condition: She fell asleep; They fell in love.)...-e düşmek
    6) ((formal: only with it as subject) to come as one's duty etc: It falls to me to take care of the children.) (payına) düşmek
    2. noun
    1) (the act of falling: He had a fall.) düşme
    2) ((a quantity of) something that has fallen: a fall of snow.) yağış
    3) (capture or (political) defeat: the fall of Rome.) çöküş, yıkılış
    4) ((American) the autumn: Leaves change colour in the fall.) sonbahar
    - fallout
    - his, her face fell
    - fall away
    - fall back
    - fall back on
    - fall behind
    - fall down
    - fall flat
    - fall for
    - fall in with
    - fall off
    - fall on/upon
    - fall out
    - fall short
    - fall through

    English-Turkish dictionary > fall

  • 7 set

    adj. kurulmuş, yapmacık, içten olmayan, sabit, değişmez, belirlenmiş, belirli, geleneksel, alışılmış, basmakalıp, kararlı, azimli, inatçı, dediğim dedik
    ————————
    n. set, seri, dizi, takım, yemek takımı, sahne, topluluk, grup, zümre, durum, hal, eğilim, gidiş yönü, gidişat, batma, vaziyet, batış, fide, fidan, yuva (porsuk vb.), alıcı
    ————————
    v. koymak; yerleştirmek, takmak, kurmak, hazırlamak; düzenlemek; ayarlamak, belirlemek; batmak (güneş), batmak; oturtmak; yapmak; kararlaştırmak; dizmek; dikmek, ekmek; şekil vermek; kuluçkaya yatırmak; kakma işi yapmak (taş); süslemek; yazmak, çizmek; saldırtmak, üzerine salmak; riske atmak, tehlikeye atmak; olgunlaşmak; yaptırmak; yerleşmek; katılaşmak, pıhtılaşmak, pekişmek; kesilmek (süt); oturmak; gelmek, esmek; avın yerini göstermek; kasılmak; meyve vermek
    * * *
    1. ayarla (v.) 2. kur (v.) 3. set (n.)
    * * *
    [set] 1. present participle - setting; verb
    1) (to put or place: She set the tray down on the table.) koymak
    2) (to put plates, knives, forks etc on (a table) for a meal: Please would you set the table for me?) kurmak, hazırlamak
    3) (to settle or arrange (a date, limit, price etc): It's difficult to set a price on a book when you don't know its value.) saptamak, kararlaştırmak
    4) (to give a person (a task etc) to do: The witch set the prince three tasks; The teacher set a test for her pupils; He should set the others a good example.) vermek
    5) (to cause to start doing something: His behaviour set people talking.) başlatmak
    6) ((of the sun etc) to disappear below the horizon: It gets cooler when the sun sets.) batmak
    7) (to become firm or solid: Has the concrete set?) katılaşmak
    8) (to adjust (eg a clock or its alarm) so that it is ready to perform its function: He set the alarm for 7.00 a.m.) ayarlamak, kurmak
    9) (to arrange (hair) in waves or curls.) saç yapmak, şekil vermek
    10) (to fix in the surface of something, eg jewels in a ring.) oturtmak, koymak
    11) (to put (broken bones) into the correct position for healing: They set his broken arm.) (kırık çıkığı) yerine koymak/oturtmak
    2. adjective
    1) (fixed or arranged previously: There is a set procedure for doing this.) belirli, değişmez
    2) ((often with on) ready, intending or determined (to do something): He is set on going.) kararlı, aklına koymuş
    3) (deliberate: He had the set intention of hurting her.) amaçlı
    4) (stiff; fixed: He had a set smile on his face.) sabit
    5) (not changing or developing: set ideas.) değişmez
    6) ((with with) having something set in it: a gold ring set with diamonds.)... ile donatılmış
    3. noun
    1) (a group of things used or belonging together: a set of carving tools; a complete set of (the novels of) Jane Austen.) set, takım
    2) (an apparatus for receiving radio or television signals: a television/radio set.) alıcı, cihaz
    3) (a group of people: the musical set.) topluluk
    4) (the process of setting hair: a shampoo and set.) saç yapma
    5) (scenery for a play or film: There was a very impressive set in the final act.) sahne, dekor
    6) (a group of six or more games in tennis: She won the first set and lost the next two.) set
    - setback
    - set phrase
    - set-square
    - setting-lotion
    - set-to
    - set-up
    - all set
    - set about
    - set someone against someone
    - set against someone
    - set someone against
    - set against
    - set aside
    - set back
    - set down
    - set in
    - set off
    - set something or someone on someone
    - set on someone
    - set something or someone on
    - set on
    - set out
    - set to
    - set up
    - set up camp
    - set up house
    - set up shop
    - set upon

    English-Turkish dictionary > set

См. также в других словарях:

  • yerine oturmak — 1) iyi yerleşmek 2) bir durum, bir düşünce vb. benimsenmek, yaygın duruma gelmek, yerleşmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • taşlar yerine oturmak — 1) her şey yerli yerinde olmak 2) her makama, işin veya görevin gereklerine uygun kişi yerleşmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kan oturmak — (vücudun bir yerine) bir damarın çatlamasıyla sızan kan, dokular arasına akıp kalmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yer — is., gök b. 1) Dünya 2) Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân İzinsiz bir yere gitmek ne haddime? M. Ş. Esendal 3) Gezinilen, ayakla basılan taban Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • taş — is. 1) Kimyasal veya fiziksel durumu değişiklikler gösteren, rengini içindeki maden, tuz ve oksitlerden alan sert ve katı madde Kireç taşı. Oltu taşı. 2) sf. Bu maddeden yapılmış, bu maddeden oluşmuş 3) Bazı yerlerde ve işlerde kullanılmak için… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • direksiyona geçmek — 1) aracı kullanmak üzere sürücü yerine oturmak 2) mec. bir işin yönetimini üzerine almak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yerleşmek — e 1) Yerine iyice oturmak, yerinde sabit olmak Bu taş buraya adamakıllı yerleşmiş. 2) Yer bulup oturmak Arabaya, birbirine sıkışarak yerleştiler. S. F. Abasıyanık 3) Çalışmak üzere bir iş yerine başlamak Oğlu bankaya yerleşmiş. 4) Bir yerde… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • TA'DİL-İ ERKÂN — Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında Sübhânallah diyecek kadar doğrularak oturmak.… …   Yeni Lügat Türkçe Sözlük

  • boş — sf. 1) İçinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir şey bulunmayan, dolu karşıtı Yaralı kaymakamla iki emir eri de boş kalan kompartımana rahatça yerleştiler. A. Gündüz 2) Görevlisi olmayan (iş, görev), münhal Boş kadro. 3) Yapılacak işi olmayan, işsiz… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • baş — 1. is., anat. 1) İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı. N. Cumalı 2) Bir topluluğu yöneten kimse …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • cuk — zf. Tam yerine denk gelmek, uygun gelmek, yakışmak anlamlarındaki cuk oturmak deyiminde geçen bir söz …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»